Rıdvan ÖZEL
   
  By Ylnz Efe
  Yavuz TAŞ
 

Adam

şimdi yorgun zaman
bir göğün alnında
kaldırımlarda birikintisi mazinin
ölümün dilencilik yaptığı sokaklarda
bir başına kalmışsın adam
burda rastladığın her adam
attığın her adım kaçabilmek için
seni yutar be adam

 

Yavuz Taş


 
 
Ama

sana gökyüzünü kucaklayıp getirsem
telaşlanıp ama belki
yağmur yağar dersin

yedi göğü çekip ellerimle indirsem
kaygılanıp ama sanki
ruhuma yetmedi dersin

en aşılmaz dağları yükletip gezdirsem
dövünüp ama unutma
zaten masallarda kalmış dersin

cenneti sersem hayatının önüne
övünüp ama bilki zaten
benim için yaratıldı dersin

sana aşkımı versem
yargılayıp beni ama
kimler vermediki dersin
neden hep daha fazlasını istersin?
 

Yavuz Taş


 
 
Ankara Yüksel Caddesi

ankara yüksel caddesi ve ben
düşünen kadın
binlerce göz ve sen
herbirimizin yüzüne vurmuş ayazı
ankara yüksel caddedinde esen
ve oturan çokca kaygısızın bakışları

ankara yüksel caddesi ve ben
umut ölmüş hayallerde
birçok gelip geçen
öğrencilerin yüzünde garipce gözlenen
bir tedirginliktir yükselde yürüyen
ankara soğuk
ankarada kışlar boğuk

ankara yüksel caddesi ve ben
bugün unutmuşuz tasayı
kafeler çay bahçeleri çiçekçiler
bir bir gelip geçtiler
ankara üzgün
ankarada binlerce üzgün
ankarada yaşamayı seçtiler

ankara yüksel caddesi ve ben
gün uzadı yüyıllarca bu sokakta
rakılar bardakta
binlerce dudak yudumlayan ankarayı
müzik sesleri
ankarada birileri
sonunda tanıdı hem seni hemde beni.
 

Yavuz Taş

 
 
Aslında Bendim

şah cihan yalancıdır
benim o koca sevdanın sahibi
şah cihan aldı sözlerimi
dikti sevgilime gözlerini
o yalancıdır sevgisi benim sevgim
yargılayacak tarih edepsizliğini
sen bilki o mabeti yapan bendim

yalana gelemem
o ormanda gördüğü resim benim
şirin üç değil dört kez baktı
gözünü aklını aldı çıplak kaslı bedenim
şirinin hüsrevi benim

yusuf peygamberdir lafım yok
ama züleyhanın gördüğü bendim
kitaba itiraz etmem
bilinki züleyhayı bende çok beğendim
 

Yavuz Taş

Avuntu

ruhumda azgın fırtınalar
nuh gelsin görsün
onun olsun avuntu

gölgelere şüphe çaktım için için
leyla gelip güneşimi götürsün
yemin ettim başın için
mecnuna kalsın avuntu

hasretinden günler daraldı
ırmaklar hangi yana akar
kim dayanır acıma züleyhamı?
o herşeye yusuf ismi takar
züleyhaya yansın avuntu

yalancı şehrin göbeğine
ismini yazdım
gri dağların öbeğine
seni özlemek kazdım
ferhata özenmekmi dersin.. olsun...

bana bakan sana akan
şimdi fırat dururmu
bu avuntusuzlukta gözlerim uyurmu?
sevdana akan cansuyum kururmu?
kaç aşığa mezar olmuş ecel
söyle benide almadan dururmu?
suya özenmekmi dersin..
varsın umursamasın beni avuntu
ölüme neden sorulurmu?
 

Yavuz Taş


 
 
Ayben

Seni anladım guzel kız
Bakışlarında tedirginlik havası,
Bir sonbahar hüznü asılıydı saçlarında
Bir esmer ağıt;
Düğüm düğümlenmiş ince boynunda.
ve yangın yerine dönmüştü bedenin.

Seni gülerken anladım;
Aslında kirpiklerinde yorgun bir kırılmışlık,
Korkak bir sevgi duruşunda dudaklarının,
Uçuk kaçık bir tebessüm:
Yoksa aglamakmıydı ağzının kenarındaki o eda,
Oysa cesaret değilmiydi diğer adı aşkın.

Yüzünde dalgın bir türkü kederi:
Ya gözlerin: onlar cok sey anlattılar; hep saklı
Tutsak düşlerin zincirlerini kıramamış,
Ya da; Yükseklerden asağı düşüp kafaüstü çakılmışlar dört yanına.

Seni tuhaf sezgilerimden,
Seni gücenikliğinden anladım.
Sonra üzgün bir bulut geldi konuşurken,
Alyp götürdü seni bilinmezliğe,
Gidip geldin kendine, yureğine,
Hislerini anlamaya başlarken,
Bir çatırtı!
Ses çıkarmışsın meğer sessiz yürürken.
İçinde anlatilmaz bir sır:
Düşündün bilmem kac gece,
Kaç sefer söyledin, saydın kaç hece;
Aşk kaç hece ki güzel kız?
Hem ömür dediğin ince bir çizgi üstü yürümek değil mi?
Ne yana düşeceğini kim bilebilir ki?

Seni anladım.
Seni benden anladım.
Uzaklardan geliyordu sesin,
Bir çığlık boğazında düğümlenmiş,
Ne zaman çıkarmak istesen;
Güvenemedin ne yaşama ne kendine.
Ve yaşama dair ne varsa silip göğsünden derince çektin içini.

Öfke saciyordun bir zaman,
Ama yiğitti bir yanın yine de...

Seni anladım güzel kız
Ellerin maviliğinde kenetlendi geceye.
Bu son dedin,
Sigarayı bıraktğın gün gibi.
Kaçıncı? son...
Olmadı işte güzel kız,
Ne sigarayı bırakabildin ne yaşamayı hayatı.

Anılardan anılara basamak basamak geçtin,
Her gece didik didik ettin maziyi,
Koca çınarları sökmek mümkün mü oysa içinden?
Ne kaldı elinde! Onur yetmez mi sana?
Bir aşk fırtynasından sonra:
Bir rüzgar daha esmez mi?
Kim istemez ki onurlu alnından öpmeyi seni?
Yalnız onurun için bile olsa yaşamaya degmez mi?
 

Yavuz Taş


 
 
Azrail Olsan Ne Yazar

siyah cübbesi
elinde orağı
yüzü siyah baktı yüzüme
dedi vaktin geldi
emir haktan
canını alacağım
tepeden tırnaktan

aslında deilim isyankar
çok kişi kuyumu kazdı
dahada kazar
ama can deyince azrail olsan ne yazar

önce yanaştı ürkekçe
dedim cenk olsun
bayramdır bana yeterki erkekçe
vuruşmak olsun kim takar
azrail olsan ne yazar

kaldırdım yumruğumu
azrail ağlamaklı
görmemiş kendinden zorlusunu
benim daha yapacaklarım
daha bi çok şeyden alacaklarım
sevdalarım var en azından
korkularım azarsa azar
azrail olsan ne yazar.

bak meleksin
emir kulusun bilirim
ama ben böyleyim işte ne yapabilirim
kaderimdekini bilmem kim bozarsa bozar
azrail olsan ne yazar.

git haber sal
bu yiğit gelmez de
dünya çokmu güzel sanırsın
beni yargılama yanılırsın
kudururum bazen toz toprak tozar
azrail olsan ne yazar.
 

Yavuz Taş

 
 
Baba

bir türkü gibi söylediğim ömrümü
şu düzeni bozuk dünyamı
sana küf kokan:
zincir kokan
ellerim kadar soğuk mektubumda anlatıyorum.
her sabah kapımı çalan
ölüm baba!
şu üzerime gelen duvarlarda
gözlerimi çürütüyorum.

sen hiç adam olamazsın derdin
doğruymuş,
hani şu seven sevdiğini söyeleyebilen
çağlarca sevebilen yüreği geniş adam
adam gibi adam olamadım baba!

gündüzleri selamladığımda
sende
adamlığında unuttuğum
bir iki umut kırıntısı var hala içimde
ama umut artık ölüm olmuş yaşamımda
ve bir cesetmişcesine
soluğunu geçirmiş gırtlağıma
yani kapamış aklımı agzımı içimi
konuşamıyorum
hissedemiyorum
yazamıyorum en kötüsü
öyle ağır geliyorki hasretin
bir çığlık gibi içime gömülüyorum
toz çapak bastırmış kirpiklerle
açıp kapadıkça göz kapaklarımı
acı beynime sıçrıyor
felç ediyor düşüncelerimi
anlayacağın özlüyorum baba!

burası öyle bir yer ki
canın ağzına gelse anlamaz kimse
zaten anlamazsın anlatsam bile
hep içine kusarsın gerisin geriye
canavar olsan boş be
puslu sisli ve buğulu
çürük sonbahar renginde
beklemiş ve köhne baba!
bu beklemişliğin üstüne
birde aşk

ne gariptirki
lanet okuduğum o kurşunların değdiği
şu kuş kafesi göğsüm canlanıverdi şimdi
yaşlı falcı parmaklarının sihrimi bilmem ama
gençleşiverdim işte baba!
şimdi bahsettiğin adamlığımın aldırış etmezliğinde
adam olacağım diyorum hala
daha çok geç değil
değilmi baba!

04 01 2001
saat 02 35
 

Yavuz Taş

Babilin Rengi

rengi nedir
babil hüznü sarımı
kan ve vahşetten kızardımı
yoksa siyahmı matemden
karışık elbet
belki isyandan oldu
babil şeytanlarla doldu
tanrıya ulaşmağa yapılan kule
binbir çeşit insan
dönüp baksan ne renk diye
beyaz göremezsin o yüzlerde
babilin rengi de
karışık kendiside.
 

Yavuz Taş



 
 
Bedenimden

kaçardım bazı geceler bedenimden
soluklanmazdım ciğerlerimden
göçmen kırlangıç kuşları ve ben
uçardık sihirli kahin sokaklarında
harut marut ben yanyana
derin kuyular zifiri
sola bükülürmüş cehennem merdivenleri
iblisle ben cancana

terkederdim cesedimi denizlere
ölüme gülerek
kırçıllı gerçekler aklımdan gider
arkamdan gelirlerdi deniz kızları yüzerek

bazen korkardı bedenim
yargılandığında beni birileri
alır hesaplarımı giderdim
sesizmiş, mahşer durulmuş
mahşerde teraziler kurulmuş
ben israfilden suru alır
sıratta güle oynaya gezerdim
el sallarlardı günahlar bana
su dökerlerdi sevaplar arkamdan yola
münker nekir ben kolkola

kalkardım bedenimden önce sabah
çölde gemiler fora
kum yerdi tayfaları
kum saatlerinde kaybettiler aşkları
daha olmamış sayra
yanımda ad bin irem
kaybetiği cenneti arardık dirhem dirhem

mumyalayıp bedenimi sonra
yıldırımların yelesinden tutardım
koştururdum arkamdan yüzlerce yılı
bakma derdi pegasus arkana
nilde aşıp gelirdim mısıra
musa firavun ben kankana

atardım bedenimi bir kenara
yükleyip ruhumu rüzgarlara
düşerdim çığlıkların tam ortasına
korkma derdi güneşin kız künneyn
set yapardım yanımda zülkarneyn
egriydi yüzleri
balçıkla kaplıydı iki doğu iki batı
yecüc mecüc hakikattı

yakardım bedenimi arasıra
ay vurduğunda sazlıklara
kanatlarımda kalmazdı mecal
gölde beni gözlüyor deccal
bir felaket var ufukta
deccal kıyamet ben aynı kayıkta
 

Yavuz Taş

Ben

ben sitem etmem
ruhum karanlıktır zaten
bir kurt bakışıdır gözlerim

ben seni unuturum
özgürlüğüm zaten kayıp
sen olmadan manasız sözlerim

kaç hüzünü bağladım ben
kaç yola döküldü gözyaşlarım
olmadan nedir ümitlerim

kaç insan tanıdım ben
kimbilir kaç el uzandı bana
gittin kimseye uzanmaz ellerim
 

Yavuz Taş



Ben Seni Seviyorumda

haber saldım musaya isaya ibrahime
bıraktılar yine beni kendi halime
musaya inen on emirde on kelime
darda kaldı yinede
isayı çarmıha gerdiler
gülümsemeliydi belkide
ya ibrahim ey ibrahim
senin halin benimki kadar değil vahim
ben sürgünüm öz canımdan
angarya vatanmış toprakmış
kanım donmuş topaklanmış
bu öyle bir acı damarımda
ben seni seviyorumda
sen seviyorum diyormusun soranlara


ne çok sevda varmış
ne kadar çok
binlerce adak adanmış
tüm boğazlananlarda benim kanım
ben küskünüm kara saçlım
cevşenim ve adın yanımda
ben seni seviyorumda
sen seviyorum diyormusun soranlara

intihar eden bir özlem
gölgelerde adını sayıkladı ölüm
gelen yağmur inceden geçti
bağrımı deldi yusufun haykırışları
hangisi daha karanlık yusuf
benimki senin karanlığını geçti
kör oldum saçlarının karatısında
ben seni seviyorumda
sen seviyorum diyormusun soranlara

bin alemi gezdim
burak bakakaldı bindiğime
sınır tanımayan buğulu çizgilerde
aldırış etmedim irkilişlerime
peygamber çiçekleri kokladım
onun adımlarını adımladım
sana izbuldumda
seni seviyorumda
sen seviyorum diyormusun soranlara

ne yana düşersem düşeyim
varsın olsun sensiz üşüyeyim
ve ıhlamur kokulu göğsünde
ve meryemin sızlanışı
ve kirpiklerinin büyüsünde
ne yana devrildiysem yorgunluktan
ben sürgünüm aldırma
bırak seni düşüneyim
kuş uçumu kadar kısa sonsuzluktan
ben bitkinim yalnızlığında
benseni seviyorum da
sen seviyorum diyormusun soranlara
 

Yavuz Taş


 
 
Ben Yarattım

zaman eğeleyip yelelerinde
zamansız fırtınalarda yıl öğüten
güneşi kıskandıran sevda göklü gün getirdiler
biçilmemiş buğday tarlalarından güz getirdiler
yanıp kor olan derviş dergahlarından
gümüş tenli köz getirdiler
leylayı aslıyı beatriceyi julieti karanlıklarda boğup
asırlardır yaşayan ışıl ışıl yüz getirdiler
bana verdiler
birleştirip hepsini bir kalıpta
sana yüz yarattım

doru taylar dörtnala geçtiler benden artan küllerden
yusufa rüyalarda yan dediler
haremlerde züleyhaya gerilen tüllerden
arzu dolu
nazara gelmiş ölülerden
sitem dolu
şehvet denizlerinin beyaz köpüklerinden
gizem dolu
venüsün afroditin gözbebeklerinden
yaşanmamış hayaller getirdiler
binbir gece masallarının gökkuşağına ulaşarak
binbir renkte göz getirdiler
bana verdiler
tümünü içiçe koydum
yüzüne göz yarattım

hükmü aşk süren çağlarda koşarak
doru taylar çağ kapatıp çağ açtılar
her çağda savaşlar açan
zümrüt madenler getirdiler
kömür dolu vagonlara yanaşarak
bir dolu siyah getirdiler
moğol yaylarında gerilmiş okları çıkararak
bunları boya dediler
gözlerine kirpik yaptım

rüzgarlara basarak
kurşun değdiren nazlı çiçekler getirdiler
uzak ülkelerin prenseslerinden nakış getirdiler
desen desen
kör eden akış getirdiler
doru taylar eğerlendiler
uğruna can akıtılan bakışları
yalınlayıp yüklendiler
bana verdiler
ekledim ucuca gözlerine bakış yarattım

kutsal ruhun kasesinde
mey değmiş ilk vaftiz ekmeğimi getirdiler
ol emrinin gölgesinde
süleyman tapınağında bana gizli güçler yüklediler
yüzünü gözünü bakışlarını ben yarattım
geri,kalanını yaratacaktım
doru taylarıma yem verdiler
 

Yavuz Taş


 
 
Benden Git

benden git
bir içim çay kadardı aşkımız
biz böyleyiz işte
bir oyun gibi aşka bakışımız
 

Yavuz Taş

 
 
Bilki

bilki:ben artık söze tokum,
aşksız yaşamak dersen,
işte ona yokum.
saçlarını siyah diye sevmedim,
bilki,vurulduğum gözlerinin menevişi değil,
yüzün ay diye geceleyin izlemedim,
bilki,çarpıldığım sedef bakışların değil.
bir padişah hükmü sev dedi, sevdim.
hüküm kesindi; o yoksa yokuz,
hiç değişmez; saydım hep doksan dokuz.

bilki aynı pınardanız,
aynı özden,aynı tohumdan,
senin ardından sevip durmam bundan.
seninde benimde düştüğümüz mekandan,
bilki; sende meryem gördümde sevdim.
yol delip kerem adlı dağımdan,
bilki; sende aslı buldumda sevdim.
en güzel şehvet nergislerine,
bilki,töbe ettimde sevdim.

bana neden söz bitti dersin,
bana aşıklar derlerki konuş
durmaklığım yok,var doruğunda sen ol
nimettir bana en dik yokuş.
dedimya söze tokdur bu dil
bilki mabet dilidir bu dil
edeplidir dudaklarım ar eder,
söyleyemez sözümü
sana gönderdim onlar:
bilki diyecekler özümü,
üzülme söze oruç olsada ağzım;
parlak kanatlarıyla beni sana anlatırlar,
süleymanca konuştuğum kuşlar.
 

Yavuz Taş

Bilmediğim Kim Terketti

ben
aşk aptalı
terkden kalmış embesil
yüzünü bilmediğim biri terketti
ayağımda asker postalı
nasıl tükettim özlemi adımlarımla
nöbetlerde çok düşündüm bu martavalı
yüreğine giremediğim biri gitti
elimde kurşun rengi günler
kurt kuş kutladı bu manyak karnavalı

aşk salağı
gidişinden kalmış ebleklik
sesini duymadığım biri uzaklaşmış
koğuşumda duygun saramış
ayağımda terlik
boşlukta uzanıyorum belli belirsiz
uyumadan uyandırdı senlik
çok uçkundu düşüncelerin kanatlı
sabah olsada bitse bu delilik
beni bilmediğim kim terketti?
 

Yavuz Taş


Bilmem Ki?

kül olsa evren
kül kalsa yanmada içimde
kül vursa gözlerimin rengine
bir kırmızı gül açar mı? içimde bilmemki?

açsa ağzını kainat
nefes verse yüzüme
nefes versem hüznüme
susarmı iniltisi,susarmı içimdeki?

dalgalanıp,durulsa sonra
pişman olup,yeniden yapsa sonra
ölse,dirilse sonra
bir olan öflelenip, yinede affedermiki?
 

Yavuz Taş

 
 
Bilmem Kim

bir göğün alnında durur
ne sen tanırsın siyah bakışınla
siyah gözlerini gecenin
nede bilmem kim?
kim dedim ya
belki seni arkandan vurur
biterken gün ferinde
dilindeki biten son hecenin
bilmem kırbacını sen mi?
yoksa içindeki bilmem kim vurur

dile gelen son sözümdür
düşüm sana dost olur da
dudaklarım sensiz kaç kez kurur
hak etmek zordur
hakkı söylemek özümdür
ne sen kaçtığın geceyi küçült
yada bilmem kim olursa olsun...

adımını saydım bastığın yerin
bir adımda hüzündür
ben tanımam bilmem kim
benim için gören gözümdür
 

Yavuz Taş

 
 
Bir Afiş Yüzüm

bir afiş yüzüm
parlak ışıklarda açarım gözlerimi
olur olmaz yerlerde açan
dilimde isyankar kır çiçekleri
salonlar danslar
çevremde vampirler drakulalar

bir afiş yüzüm
geçmişten fırlamış
aslında beş para etmez yüreğimle
oynanmış rütüş yapılmış
bir afiş yüreğim
soğuk duvarlara yapıştırılmış

bir afiş yüreğim
öylesine özlemiş
parlak yaşamlara özenmiş
yeni elbiseler giydirilmiş
bir afiş yüreğim
gecelerin karanlığında katledilmiş.
 

Yavuz Taş

 
 
Bu Akşam

bu akşam bakış var yanmadayım
bu akşam yağmur yağsa
dışım serinler belki
içimde öyle bir ben var ki,
işte ona,ne sular kar eder;
bilmem ki ateşi hangi akşam söner.

bülbül,sen kafestesin,
yazık özgürlüğün kayıp,
ağlamada:sende benle eşsin,
ağla bülbül,asıl ağlalamak ayıp.
bir tatlı name gelse kulağına,
sevgi fısıldasa sana biri,
tatlı ezgiler yaparsın dille
deminden ağlayan bülbülü dinle,
unutur derdini,ne varsa mazide kalır,
olur neşeli,şen:ya ben:
beni yine ateşler bağrına alır.

bu akşam yanmadayım
bu akşam çağırış var uçmadayım
uçtukça kül olmadayım.
uçarı ruhum uyanmaya başladı:
artık konuşmaz dilim,
bu akşam başka bir alemdeyim
belki,eksiğim,yarımım,kırığım
hiç usta olamadım ki:
sevmek hariç zaten hep çırağım
sevmek dedimya yeter mi bana
sevmek, hem tek yol azığım.

bu akşam yol yürünmeyecek yolmuş,
yollar dürülmüş bir garip olmuş.
bu akşam aleme sus dolmuş,
onbinlerce melek diz çöküp oturmuş.
ve binlerce bilmediğim can,
ne onlar sordu kimsin? ne ben,
bu akşam bakıştık
dizlerimizi değdirip,diz çöktük artık,
bir beklemedir başladı:
tüm beklemeler oymuş,
bütün sevmek onaymış,
meğer heryerde onun adı yazarmış
kalemim rüzgardan almış
bende suya onu yazıyorum
hala yanan iki yıldız kapıp,
bir beyaz bulutu binek yapıp
bu akşam şefkat denizine dalıyorum.

hangi haldir bu,hangi hal üzereyim,
bu gece ben nerdeyim?
gaybse eğer bu mekan,
ancak odur görülmemiş güzellikte gözleriyle bakan.
uyanıkmıyım,uyuyormuyum,
acaba beni çağıran varda duymuyormuyum,
nedir bu sis ruhumu kaplayan,
herşey ölüyken nefes verip nefes alan
kalk ayağa ruhum müjde
ancak kainatın efendisidir ona selatü selam
bu akşam belki burdan geçecek,
muhammed mustafa aleyhisselatü vesseselam.
 

Yavuz Taş

Bu Sondu

bu sondu
ötelere yazdığım isminin son haykırışı
resminin son çizilişi
yüzünün aklıma son gelişi

bu sondu
son gözlerin yağmuruydu aklımda
umutla son yolculuktu yanımda
sebebinin derin kuyularda
son bagırtısıydı yusufca

bu sondu
ömrüm seninle dolu
sana giden her yolu
ürkek ceylan tırmanışıydı sarp kayalara
son hasat atımıydı harmanlara.

bu sondu
gamzelerinin çukurunda gezindiğim
siyah eteğinin son matemi
yüksek topukların atında ezildiğim
çocuk ruhlu son duruşumdu karşında
bu sondu
kibritle yazdığım ismin kolumda
son dövmesiydi.
 

Yavuz Taş

 
 
Celladın İstavrozu

celladın istavrozu öğretti sana
yaranın üstünde yürüyeceksin
gözbebeklerinde bezgin kırmızı olsada
kanını kanla yıkayıp
kurşini gözlerinle direneceksin
çıplak ayaklarınla
diken misali mayınlara gireceksin
şafaklarında barut kokacak
gün gelecek
ölüme duran yaşamlar yitecek kaldırımlarında
umuda gölgeler düşecek
yarının yok yarınların üşüyecek damlarında
soracaksın
hiç gündüz olmayacakmı?
hüzün gecelerimi?
haçlı seferlerimi?

gümüşi atlarıyla şovalyeler
baskın verdiler topraklarına
çiçeklerini çiğnediler
su vermediler tarlalarına
ulaşabilseler söküp alırlardı yıldızlarını
haç dikip göğünün tepesine
güneşini çaldılar
ötelere attılar binlerce öksüzün hayallerini
alıp sahipsizliğini bilendin
sen celladın istavrozundan öğrendin
çatlak ellerle direnmeyi
aynı çatlak ellerle okşamayı sevmeyi
yalvarmayı kaldırıp gökyüzüne
yüreğindeki sızının üstüne duracaksın
ağlamayı bırak
ne ben ne başkası varamaz yanına
medeni insanların medeniyetsizliği
ve öğren aldırış etmezliği
silahın yoksa
aynı çatlak ellerle savaşacaksın
 

Yavuz Taş

Cengiz

bana itaat edeceksin
emirdir söylediklerim
asyaya bak heryerde yüzümü göreceksin
kaldır kafanı
şafak benim
kankırmızısı akarken ırmaklar
ceninleri yok edenim
yok başka diyar
heryer benim
atımın nallarında ezilen alınlar
yok başka dünya
erkekler çocuklar kadınlar
benim adımı haykırırlar
bana itaat edeceksin
cengizdir adım
tek bir dünya muradım
 

Yavuz Taş

 
 
Çocuk

başım gök
ayaklarımda yer
ortalarında uzun bacaklı çocuk
biri durdukça adımlarımın
öteki durma göğe yürü der
bilmiyorum:
çocuk ne zaman yorulacak
yere bastıkça ucu açık çarık
sanırım içine kum dolacak

avuçlarım ter
gözlerimde keder
sağrılarında yeşil gözlü çocuk
kılıç kuşanmış ter kokan koçyiğitler
çelik yüreklerde bir boşluk:
boşlukta keder olacak
ter kederi ıslattıkça ıslatacak
korkarım binemem birdaha
atlı karıncada cenk olacak

usum nehir
ağzımda kan
ardılarında ağzı süt kokan çocuk
kuyruğundan tuttuğum nehirlerden kan akacak
kazan kaldırdı bak aşklar
devrildiler yerlere kan tutan aşıklar
nehirlerde uçan baykuşlar
bilirim geceyi geceye eş tutarlar
delirmiş bunlar anne
bu çocuğu:
o aşıklara denk tutarlar
 

Yavuz Taş

 
 
Çocuk Kalmalıydı Aşkımız

senmiydin benim çocukluğum
baloncu amcaların nefesleri büyütürdü heveslerimizi
dudaklarımızda elma şekerleri
saymadım sen sayardın
kaç kez dönerdi okul servisinin tekerleri
ölüm oyundu
sapanlarımızla vurduğumuz güvercinleri
masal şehirlerimizin göğünden
uçup konar sanırdık gençliğimize
söz vermek kolaydı birbirimize
çabalamazdı tutmaya verdiği andı söz

dönme dolaplarda dönmeliydi dünya
atlı karıncalarda hayatın elleri
okşar severdi saçlarımızı
leblebi tozu öğütürdü yel değirmenleri
gururu ebe yapardık saklambaçlarda
bulamazdı saklandığımız yerleri
bahçelerimizde lavanta hanımeli
herbiri masallar anlatırdı
çocukluğumun serseri günleri
beni nasılda aldatırdı

çocukluğummu senmisin yoksa büyüyen
hırs kavga küfür yok hala
ben yine küçüğüm
renkli elbiseler giyen
çocukluğundaki gibi yine
delişmen rüzgarlar esmeliydi
sığ olamalı içimizdeki nehir
sandallar geçmeliydi
üstümüzde kelebekler
kürekler heyecan çekmeliydi
leylayı masallarda tanımalıydım oysa
gözleri sürmeli
ben değil aşk şarabını mecnun içmeliydi
çocuk kalmalıydık
çocuk kalmalıydı aşkımız
 

Yavuz Taş

 
 
Dadaşın Kızı

seccademi sardım tabyalara
el aldım şehit abdurrahman gaziden
kırbaçlayıp tayımı gürcü kapıdan
sana soluklandım dadaşın kızı

yaşlı emimin öpüp ellerinden
yakıp sigaramı izledim kapıdan
bin hüzün renkli gül yaptırdım bakırdan

yıldızlar gördüm gözyaşı döken
bana kırıkcamlar ardından
kardöken gök gördüm
palandöken sırtından
okşamak vardı beyaz yüzünü dadaşın kızı
tutmak vardı kara saçlarından

yorgun insanlar tanıdım
hep çalışan durmadan
hüzünlü medreseler vardı yanıbaşımda
aşk vardı hüzün vardı savaş vardı
hem acı vardı her taşında
hayalimdi hayalin dadaşın kızı
seni görmek her köşe başından

yaylaları kokladım çim kokan
dedem saltuk çıkarken namazdan
ulucamide dualar ettim dadaşın kızı
ağıt yakan kadınlar geçti ehramlı
gözlerinde bin yılık sitem
yanlarında kızlar üzerlerinde bindallı
seni bulmak vardı şimdi erzurumda
sevmek vardı dadaşın kızı
adım attığın her kaldırımda
 

Yavuz Taş

Dar

biz ikimizde iriyarı yaratık
bu dar koğuğa nasıl sığdık
yumuyorum beynimi
açıyorum aklımı:
bu dar hücrede sıkıştık
aşkıda yanımıza aldık
barınamayız artık
bu kafa ikimize dar
sende soğuk nefes
bana sensiz nefessizlik mezar

sen bu kafatasında kal
bu damarları sahiplen
tıkandı kan getiren kılcal
veremli sevginle sevgime dal
ben damlasına kadar em
bilirsin koltuğumda kellem

dipsizliğini akıt sanılarıma
darlttıkça daralt felç et
senden ayrı kurgu olmasın
kararttıkça karart
gelgitlerle büyüt gölgeni gitsin gelsin
çarpsın duvarlarına hayallerimin

baş eklesem başıma
sana bana dar
sende deli eden uğultu
bende fısıltı var okadar
nasıl yaşarız?
hangi zamana kadar
tükendi his tükendi
yeter çık düşüncelerimden
yırtılacak zar
ağzımdan kusacağım
rüya sevgi korku
acımak acıtmak kin nefret sorgu
döküp havaya dolduracağım
 

Yavuz Taş

Deniz Sensin

deniz sensin
deniz senin adın
ne yana baksam maviliklerin
dalgalanan mavi gözlerin

gökyüzündeki güneşin yansıması saçların
denizde bir hüzün olmuş
deniz elerin
deniz senin yüzün
ne yana baksam hırçın gülüşün

deniz sensin
alev yok içinde
yanıp kül olmak yok sende
deniz senin gerçeğin
toprak yok durmak yok
ölmek yok bakışlarına
solmak yok sığ olmak yok

deniz sensin
ne yana baksam ordasın
herşekle girip dolmaksın yüreğime
üzerinde yüzen ömürler
denizde hep seni görürler
deniz senin kızgınlığın
deniz sensin
içinde ölenlere kırgınlığın
deniz sensin
 

Yavuz Taş

 
 
Dün

dün umutlarından uçtum
bembeyaz ufuklara
bir başka kışa kaldı sevgin
başka umutlara

dün hayalerinden düştüm
sımsıcak kollara
hasretin kaldı
başka kadınlarda
başka kollara

dün kırıktı parmaklarım
sana bu mısraları yazdım
seni anlatmak kaldı
başka kagıtlarda
başka yazılara

dün sevmekten geçtim
seni unuttu yüreğim
başka günlere kaldı sevmek
başka yüreklere

dün aynıydık biz
bugün başka kişiler olduk
başka şehirlerde kaldı buluşmak
başka parklarda
başka pazarlara
 

Yavuz Taş

 
 
Geçmiş mi?

çocukca
gülüşümdü yanında...
ilk sarılışım
hem hayata..
hem sana...

şimdi çok uzak..
hem sen
hemde bana
ilk gençliğim...

sen...
sen...sen...
nerdesin
karakış yüreğim...
nerde eski hallerim
oyunlarım
mutluluklarım
belkide ömür bitmeden.
geri geleceksin...
 

Yavuz Taş

 

Gerilane

ne zaman gelecek fırtına
ne vakit iner gök
kim acır sevgi adına
ne vakit büyür
toprağına ektiğim kök

anlamsızmıdır bakış
kim vurur kahpe çana
ne vakit mi geldi yüreğim kış
ben ağlayım sen gül kana kana
lanet olsun gerisi hırda hış

bir dua sayrası yaşanmışlık
dolu çarpar göğsüne
önce insan olmak şart
lanet olsun gerisine
 

Yavuz Taş

 
 
Güneşin Yüzü

bizi saatler yenecek
yalnızca güneşin yüzü kalacak yanaklarımızda
ve ellerimizde hafif sıcaklıgı
hüzün bahçeleri haykıracak ardımızdan
gitme derken çocuk
çocuk yüzlü anılarda cebimizde
sadece güneşin yüzü kalacak gülüşlerimizde
ay ruhlarımıza kahkaha atarken
yine güneşin yüzü olcak gözlerimizde
bir sen birde ben göreceğiz
birde uzun kamışlar
göle vuran güneşi soracaklar ikimize
sarımıydı rengi
saçların güneşmiydi üzerimde
bakarken nefretle birbirimize
güneşin yüzü ekşiyecek resimlerimizde
bilmiyorum eski evler
hatırladıgım şehirler
her sabah değdiğinde belleğime
güneşin yüzü mü?
senmi? ....
 

Yavuz Taş

Han

düğümlenen düşlere eyvahım
ben hayallerinde gezen seyyahım
eski hanlara uğradım
bu son han hala seni bulamadım
ekleyip karanlığı karanlığa
karanlık giyinip duraklandım
ey hancı masamı donat
kadehime aşk kat
tüm sevenlerin arayışlarınıda mezem yap
gözlerinde korku taşıyanlar
kaybetmekten korkan yürekleride
yanıma arkadaş yap
bu akşam burda kalacağım
belkide onu burda bulacağım

acıma bana hancı
bilmem bu han kaçıncı
dilendiğim yollarda savrulup düşen
ölen arzuların kaçıncı kırlangıcı
kanatlarından özgürlüğü avuçlarıma terkettiler
bana çok sitem ettiler
aramaktan vazgeçme dediler
doldur kadehimi içeceğim
belki gelir hana
onu burda ömrümce bekleyeceğim
 

Yavuz Taş

 
 
Hatırladım

lal olsun benim ağzım
sözüme gem vurma
düğümlensin ince boğazım
saçlarını arkadan bağla da
yüzüme tokat vurma

sevda dediğin akla zarar
gözlerinin sürmesi var
kurursa su göz pınarında
yok olurmu hiç yinede
yükselip göğe üzerime sürmesi yağar

sen güneşsin sen bulutsun
sen ömürsün sen herşey
sen gönlümde umutsun
siyah kaşların yay
bakışlarında ince bir alay
neden bilmem ama
beni sevmeyi unutmuşsun

parmakların uzunca
eline elimi al
bir yaşam boyunca
ömürümün ortasında kal
yüzünün yanık türküsünü çal
 

Yavuz Taş

Helal Et

gençliğimi verdim ellerine zamanın
seninse çağ içre aktı kanın
yığıladursun kaygılar
buruk kaldı hala bir yanın
söyledikleri çıktı şamanın
elden ne gelir
ne çare eder tülünden sargılar
gök girdi yer çöktü
döşüme saplandı kargılar
bağrımda taş bağrımda sancılar
değişmez alnıma yazılanlar
helal et hakkını

en kutsal sinelerden
apak dökülen süt beyazında
helal et aşkını
dem vurduğum geceler muhabbeti adına
başkaldırdığım isyanlara
kem vurduğum inci gözler yadına
helal et bakışını
gem vurduğum don taylara
kanayan ellerimle çektiğim dizginlere
sen olduğun yollara
ve dahi gümüş hızman aşkına
şimdi döndüm yaşadığın çağına
terkimi helal et
 

Yavuz Taş

 
 
Herşey İki

dışarda pişmanlık,
odanda yaprak kımıldamaz.
hayatın bir kağıt,
sabitlenmiş kelimelerin oynamaz.
yazılmış bir yazıdır alnına:
hangi kader güldürür?
hangi şehir seni yaşama götürür?
bir nisan akşamında,
son serzenişlerinde yanında,
çekip hayata kapını;
vur gitsin aşkıda yalnızlığınla
herşey iki,sen ben
sevgi nefret,su ve kan
evrenin ciğerlerine doldur sisi,
bırak neyaparlarsa yapsın
saydıklarımızın herbirisi.
elbet can dökümünde,
mevsim başkalaşır
hem öyle bir yağarki,
ölüye can, diriye yeni ömür
ikimizide yaraşır.
 

Yavuz Taş

 
 
Heykel

kalk dogrul artık
kadınmısın ademin sag kaburgasından
başlatma beni ruhundan
sana küfür yakışır
işte haykırıyyorum kahrolası heykel
bezdirdin beni canımdan
sende severdin
sende anne derdin kimbilir heykel olmasan
sen fahişesin
sen gaddar bir fahişe
sadece paraya çalışan
heykelsin işte
topraktan çamurdan balçıktan
 

Yavuz Taş

İçimdeki Sen

çelimsiz ellerimle
sıkıp dursam kendi boğazımı
senide boğarmıyım içimde?
bir bıçakla delsem ciğerlerimi
senide nefessiz bırakırmıyım bedenimde
hayal emesem yüzünü
yenebilirmiyim bendeki hüznünü?
yada hiç su içmesem
susuz kalsan sen
hiç konuşmasam kendimle
çekip gitsen
bişe yapmalıyım
bu sabah erkenden
kurtulmalıyım içimdeki senden
 

Yavuz Taş

Kabilin Kızı

ben yeşili sevdim
dağ havalarını sevdim
evimi çiçeklerle bezedim
yaşamayı babam habilden öğrendim
sevgi nedir iyi bilirim

sen şehir sevdin
güçlü olmayı istedin
içinde hırs besledin
baban kabil senin

bir aşkta buluştuk
hiç acımadın hayallerime
anlattığım sevgiyi
elindeki taşla vurup yere serdin
ey kabilin kızı neydi niyetin
 

Yavuz Taş

Kar Yağar

kar yağar üzerimize
gözlerim yokluğunun kıyılarında üşür
kendini soğuktan sakınan
düşmemiş direnen yapraklar üşür
umudum kırılıp üzerine buzlar üşüşür

kar yağar üzerimize
rüzgar dağları ufalayıp küçültür
sokaklar gürültüden uzak
bir kadın gibi dizlerini çekip büzüşür
beyaz örter kapılarımızı dışarıya
beyaza kesmiş tenin düşer düşünceme
düşüncelerin beynimde ötüşür

şimdi kar yağar üzerimize
senin saçlarında kar tanecikleri gülüşür
penceremin cenderesinde
sana bakışlarım üşür
seni beklediğim köşe başları
sokaklar caddeler şehir üşür
 

Yavuz Taş

 
 
Kent

kentte seni kaybettiğimden beri
yeni mahalleye taşındım
park yaptılar buluştuğumuz çınarın alanını
gökdelenlerle doldurdular kalanını
gece nefes alamıyorum örneğin
çıkıp havasından tatmakta başımı döndürmüyor
bu aptal kentte
dalga geçiyorum ellele gezenlerle
boş geliyor

birbaşımayım yine
artık sırra kadem basmış telaşım
yalnız onlar kaldı
tanıdık kokulu ergüvanlar
yaşlı çınarı kestiklerinden beri
onlarda da bir telaş

tuhaflaşmış kent
tepetaklak sersem
dipsiz vedana düştüğünden beri
afyon içimişmi desem
yoksa bilmiyorum neden
garip gittiğiden beri
gürültülü ağlıyor sanki
ince yağmurlar yagıyor örnegin
ben;
çıkarıp üstümdekileri koşmak istemiyorum
ve muştusu olmak kaldırım çiçeklerinin
boş geliyor
dalga geçiyorum aşıklarla
sen gititiğinden beri
bilmiyorlar kentte aşk yaşanmıyorki
 

Yavuz Taş

Kırk

kırk mevsim yaşadım
kırk kere kızıllandı saçlarım
yorgun savaşlarda bilendiğim silahlarım
şimdi sessizce kınında
kırk sevdanın kanı var kılıcımda

kırk defa yemin ettik
kırkı çıkmadan aşkımızın
birbirimizi rezil ettik
ömür tükettiğim hayallerimin
kırkıncı günüdür
senin aşkına savaşmalarımın
yol aşıp ergenekona dönüşümün
kırkıncı asrı
sensizliğimin bilmem kaç kırkıncı yılı
kırkıncı vuruşum demire
kırkıncı ıslanışım aşkına
bilmem kaçıncı yol gösterişi börteçinenin
kaçıncı bakışı

düşümde kaçıncı düşüşün senin
kırk kere uyanışım uykularımdan
kırk başlı ejdere
kırk kere ok vuruşumdan
bilmem kaç oldu ter içinde
seni düşünüp oturuşumdan
bilmem kaç kırk yıl geçti
kırk kere baş kaldırışım korkularımdan
dedimya kaç kırk yıl oldu sensizliğim
altaylarda son bulmadı deliliğim
kaç kırk asırdır seni sevdiğim
bilmem kaç kırk
 

Yavuz Taş

Kız

yangın ardıydı gözleri
donuk bakışlarda kız
ayaz sonrasının kederiydi elleri
hüznü nasılda benziyordu
benim ilk gençliğime
öfkeden yüreği titrerdi
alnında onur
yıldız parıltısında saçları belirgindi
bıraksalar
altın tozları toplardım saçlarından
ağıt yüzüne sanki çizilmiş resimdi
yakışırdı hani
yalanda değildi
derin yaralar içiydi sözleri
kanlı cümlelerdi kız
dudak uçlarında akşamdan kalma uçuk
beninin tam üstündeydi
uzun parmakları
küçük avucunda küçük dramlar
birde beni görebilseydi
görebilseydi kız
 

Yavuz Taş

 
 
Kız Kulesi

kız kulesinin etekleri uçuştu
yorgun vapurlar öksürüklerle selamladılar onu
gülümseyen bakışışını aradılar
nazlı nazlı salındı
kız kulesi gülmedi
öylece baktılar

gökyüzü yıldızlarla tutuştu
üsküdarda binlece zebani
karayağız binlerce delikanlının katilleri
ve onların iğrenç sesleri
boğazında düğümlendi istanbulun
kız kulesi bağırdı onları bulun
sonra elleriyle
kuş yemleri toplayıp gökyüzüne attı
martılara yeni umutlar fırlattı
beşiktaşta yakılmış ateşi
etrafında dönen kan emicileri
kız kulesi tek tek anlattı

haliçte nal sesleri
hayvan böğürtüleri
kız kulesi yol gösterdi
işte fatih indirdi gemileri
ezan sesleri sardığında boğazı
mutluluktanmı bilinmez ama
kız kulesi ilk defa o gün ağladı

eyüp sultanda binlerce insan
duadan köprüler yaptılar kız kulesine
bir turna konup tepesine
gelenlere el salladılar
nice yolda kalmışa yol gösterirken
şimdi çaresiz
boynuna esmer ağıtlar bağladı
geri dönmeyen binlerce aşkın
yüzlerce kere savaşını yaşadı
kız kulesi hatırladı
ama dedimya bidaha hiç ağlamadı
 

Yavuz Taş

Konuşmadan

konuşmadan bakmak sana
ve kaşlarından öpmek
burnunda hayal edip yürümek
kirpiklerine tutunmak tam düşerken,
gamzelerinin içine.

konuşmadan bakmak sana
bir resim çizer gibi
saçlarında yüzmek
sonra boynuna dolanmak tüllerden,
en incesi olmakki
hissedebilmek kokan güllerinden

konuşmadan bakmak sana
dudaklarında durmak
hayatın durması gibi ki
ne varsa orda unutmak.
garip şey sende olmak
garip.
 

Yavuz Taş

 
 
Mumya

bulutlu nemli göktü.
yıldızlar saçıldı yatağıma,
ilahiler okudu kadınlar,
toprak saçtılar kafama.

krallar vadisinde gece
sen izlerken yatırdılar arkama
burnumdan sokup ellerini
tüm beynimden boşalttılar seni

yağlı keten sürtüp gözyuvalarıma
sana bakışlarımı aldılar
gözkapaklarımı sensiz kapattılar

olduğun tüm hayalleri sakladılar
sol yanımdan kesip bedenimi
önce yüreğimden sevgini attılar
sen bulaşan
organlarımı teker teker çıkardılar
hislerimi koyup vazolara
hurma şarabıyla içimi yıkadılar

gözyaşlarımı akıttılar
kuruyuncaya dek beklettiler
türlü reçineler eklediler dilime
ellerinde yıldırım taşıyan kişiler
ölümsüzlüğümü dilediler
beni mumyalayıp
seni unutmamı beklediler.
 

Yavuz Taş


Nagihan

kör kurşunlara bindirdim nagihanla ikimizi
hızlı uçtuk yokluğa
öksürükler sardığında ciğerlerimizi
düştük bir boşluğa
çelikten atlarıyla geldiler
sinsi gülüşleriyle
katran içirdiler
talan ettiler bizi
ganimetleri yüreklerimizdi

esaretten kaldır kafanı
kuş uçarmı kanatsız
sen geçmişine küstün bahtsız
üzerine çullandılar zamansız
aldıkları sözüydü babanın
salavatsız aktı kanın
nagihana esmer takılar giydirdiler
deve derisinden taç yapıp
çölde gezdirdiler

kün aklımdan gitti
tunç bilekler gümüş renkli ovalar
güneşin kızı nagihan
baban sultan atan han
seni ölüme kimler itti
hepsi soysuzdu hepsi itti

bağladılar gırtlağıma mahmuzu
ne koyundu nede kuzu
kestikleri taze bir nesildi
suç dediler ecdadını anmaya
aşık ettiler beni orospu annaya
nagihanı esir ettiler
çiyan gözlü uzun boylu bir delikanlıya


deli dumrul oruç bey piri reis
karaman oğlu mehmet bey
yavuz fatih süleyman
mete alpaslan oğuzhan nicedirler
hepsini zehirlediler
kımızdan geçtim
kanlarımızdan testi testi şarap içirdiler
nagehanın göğsünde ateş yakıp
gözlerimize mil çektiler
 

Yavuz Taş

 
 
Nurayım

kıvırcık saçları vardı çocukluğunda
dilinde hep benim adım
duygular vurulmuş sızlanışında
bir erkek gibiydi bana telaşında
yeni doğmuş bir aşkın kucağında
anam nazlıdır dedi
özümü nuraya kurban ettim
nur ayım diye
bacım geceleri mesken ettim

kış borandı kardı
sana söyleyemediklerim vardı
saçlarımıza şimdi usuldan kar yağdı
ilkbaharımızda ayrı kaldık
istediğimiz gönüllerimizin mavi yazıydı
anamın nazlı kızıydı
gücümü nuraya yoldaş ettim
nur ayım diye
bacım mavileri mesken ettim

elif dedi nazlı bacım
sarı saçlarında nehirler aktı
meyve verdi şefkat ağacım
gölgelere inat ısıttı dünyasını
gözlerinde elallar gözleri çiçek doluydu
elif onun
o anamın nazlı yavrusuydu
sevgimi nuraya dost ettim
nur ayım diye
bacım elaları mesken ettim

şimdi seher vakti
turuncu gemiler sefere çıktı
yelkenlerine vuslat koydum
ürkekçe gelecekler sana
yeni bir sayfa açtın hayatına
ellerinde sevgini büyüttün
kuvvetinle zorlukları öğüttün
bak gökyüzüne
güzel yüzünde ay parlamış
beni sorarsan hayatım buruktu
kabuğumdan çıkamadım ayaklarım kırıktı
onlarla açıldım enginlere
olmadı
mutluluğu dileğimdi
anamın nazlı çiçeğiydi
bakışlarımı nuraya deniz ettim
nur ayım diye
bacım suları mesken ettim
 

Yavuz Taş

O Şafak

o şafak
gökten üflenip doğacak
o şafakta
kan soluyan atlar koşturacak
ana kıza,baba oğula
sus kalacak
kaygılar çoğala çoğala
közden denize pus dolacak
ne kadar ağlarsan ağla
bileceksin zavallısın, zavallı kalmış derman
o şafağa
gel hükmünde yazılmış ferman

o şafak
meleklerin şehirlerinden gelecek
o şafakta
vahşi etçiller yelelerinden çekilecek
gözde zan belirecek
ten bedene,kan damara
kim diye sora sora
sanırsın telaşdan delirecek
diril sözüyle sonra
bakacaksın onsekizbin alem ölüsü dirilecek

o şafak
kızgın yıldırımlardan olacak
o şafakta
ağzı süt kokan yavrular konuşacak
kulak sese,dudak suya
küs duracak
bilinmedik kuruntular duya duya
tüm göğüslere göklerce korku dolacak
bin merdivenli fokurdayan kuyuya
göreceksin,ebabiller kor dolduracak
yan emrinin haşmetinden
garip vesveseler tufanında hazan
gülüşleri solduracak

o şafak
azaptan önce aralanacak
o şafakta
nice dev gölgeliler secdeye kapanacak
yer otu,saç başı
düğümleyip örgülerinden yola yola
don tutmuş yüzlerin buz bakışlı bilmem kaçı
kem pişmanlıklarla kolkola
sayacaksın yüzbin devir geriye yollanacak
günah kırk çeşit zehirli yaratık
işitip 'bir' demeyen sözünü
acıyacaksın,kırk yerinden sokacak
o şafakta
sen; önceki sen, sonraki sen olacak
şaşmaz teraziler kurulacak
ve her seni aldıkça kefe
utancından tüm senlerin gözleri dolacak
 

Yavuz Taş

Ondokuz Cin

şarkılar söyledik gece
iki başlı ejderha penceremde
kuş yemi vardı oysa cebimde
yakınımda ondokuz cin
ondokuzuda ensemde

karanlıkta yıldızlar ışık tutu gece
ben ve onlar gönlümüzce
güldük eğlendik evimde
yakınımda ondokuz cin
gündüzden kalma hüzünler elimde
ondokuzuda dalga geçti benimle

ay vurdu kurt sesleriyle
zifiri zindan odamın duvarlarına
gözlerimde ondokuz cin
devam ettiler gülerek oyunlarına
garip ritimler doldurdular kulaklarıma
oysa gündüzden kalma aşk şarkıları vardı dudaklarımda
ondokuzuda uyutmadı beni yatağımda

karabasan kurtadam kanemiciler
ondokuz cin hepsi çeşit çeşittiler
oysa saksımda güzel çiçekler
gönlümde iyi dilekler vardı
ondokuzuda gece beni delirttiler

ışıldadı sabah güneşi
ondokuz cin
ve yüzüme vurdu umudu yaktıkları ateşi
oysa güne selam vermek vardı
yorgun bedenim artık dayanamadı
ondokuz cin boğazıma dayandı
ondokuzuda beni uyandıramadı
 

Yavuz Taş

Ölü Gencim

ölü bir gencim ben
zamanı sırtlamışlar üstüme
bakıp ne güzel çocukmuş diyecekler
umuttan yapılmış büstüme
kan benim şarabım
annem babam kardeşim
sadece onlara değil ayıbım
ölmekle yanlış yapmışım
gökyüzü mavimi?
ama ölmeden bilemezdim yanılmışım

en sert dişlerimi kırmayacaktım
öfke saçıp coniye
silaha sarılmayacaktım
bu vatana hoşgeldin diyecektim
yanlış yaptım namusumu önüne serecektim
ölmeden nasıl becerecektim
ben ıraklı ölü bir gencim
 

Yavuz Taş

Ötelenmek

ötelenmek ileri kaymamdır
yaklaştıkça senden uzaklaşmamdır
öyle inanmamdır belkide
ben sana ötelendiğimde
geride felçlenmiş bir ben daha kalır

giderken sesine
dev karanlıklar küçülür
alev çukurları minikleşir
sensizlik bile kalmaz
zaman dağıttıklarını toplayıp bitkinleşir
güneş bir buz kütlesi
gözlerinden bakışlar
değdikçe bakışlarım titreşir

bazen görebilmem için ötekileri
gözlerimi yummalıyım
öte zaman yolculuğumda
kalbinin ışığına
bakıpta gözlerimi yakmammalıyım
diye düşünür benlik

kanımda yüzen üzgün nilüferler
ben neyim ben
ben insanmıyım? ın sorularında
iki arada bir ayıklık süresi kalır

uzundur bu süre
yanan bir gök altında
saçlarının sarısı
gözlerinin kahverengisi
ve aklımın son kırıntıları kalır
son düşünüşümdür gerimi
yuvarlanan evren bir kenara itilip
yeni bir sen alır senin yerini

yaklaştıkça aşkına
ben:
geride kalan felçli bana dönmek ister
ölüm vurmasın diye göğsüne
en hızlısından kanatlanır
yetişirmi bilemem kendime
aklım yine sende kalır
 

Yavuz Taş

Öyle Sevgili

öyle sevgiliye gönül verdim...
yazıyorum kalem utandı,
düzdüğüm her kelime:
ağladı secde etti döndü dilime,
kağıt vurdu başka iklime,
susuz kaldı dudak oldu lime lime
değil sen yıldızları verseler elime
vallahi kar değil
her yıldıza gıbta ettirip, söndüren
bir gönüle, gönül verdim.

ben öyle bir sevgili sevdim
yakar ama kanatmaz
dağlar ama acıtmaz
ona üzmek yakışmaz
bu gönül görmeye neye kalkışmaz
ben söylemeden geçtim.
kesilsin başım bir hendeğe düşsün,
sen değil iki cihan bana küssün,
vallahi bana dert olmaz,
öyle sevgili sevdim
hayaline doyulmaz.

öyle sevgili sevdim
varsın ölümün ciğerlerine gireyim
yıldırımlar inerse insin heveslerime
ondan gayri kurt olsun düşüncem
varsın tüm sevabımı yesin
ben öyle sevgili sevdim
değil sen tüm güzeller benden nefret etsin
vallahi gam olmaz
yeterki sevgili bana sen desin.

ben öyle sevgili sevdim
varsın çevremde sahte karanlıklar olsun
yol kısasın,uzasın,
nemrutla gözgöze geleyim
varsın bedenim dünyadada ateşi boylasın,
vallahi bir yerim acımaz
sonra kül olsun bir dorukta
başka kutlu bir beldeye
belki rüzgar savurur beni ondört asır önceye.
 

Yavuz Taş

Öz Dadaş

öz dadaş diyarının
kumral yiğit belası
yalangız karlı dağların
karbeyaz şarkısı
canı can be öz,
ölüm andası
toy vurulduğunda yeni bahara
belendiğin
bezendiğin kem aşklara
sitem etme koçyiğidim
kem olsun bırak besmelesiz aşıklara
aşk nedir yaşayan özdadaşa sor
nenehatun anan süt hakkı aşkına
allah için yanan emraha sor
yiğit gerekki
köz olsun aşktan
yiğit gerekki
duman vermesin
budur onu ayıran diğer aşıktan
balam yanmam diyen söze haşa
yanarsın hem nasıl
sümme haşa
aşk olmadan yaşarım diyen dile
aşk olmadan olmaz asıl
döşüğünde onunmaz yaraya
öz em olsun aşk
söndürmesin içindeki ateşi yaradan
kanlı harcından kat erkekçe
dadaşça yandığını gördükçe
öz dadaş ol öz dadaş
 

Yavuz Taş


 
 
Promete

seninde ellerin zincirlendi
kafkas dağları gururlu
kartalların parçaladıkları ciğerlerindi
her yenileyişinde bedenini baban
promete...
hiç değilse benim kadar dayan

tütsülenmiş elbisende
isyan siyahından desenler
sen asiydin
başkaldırışının peşinden gelenler
seni anıt yaptılar
nerde söz verenler
kolaymı sandın tanrıya sözü
kim verdi sana bu yüreği bu gözü
kaldır başını taştan
promete..
hiç değilse benim kadar dayan

uslanmaz aşklara aldırışsız
usunda kaldı gözleri hayalerinin bakışsız
kimbilir belkide tanrılar haksız
anaforlar seller seni yenemedi de
bir söze mi yenildin
yoksa bayrakmıydın beklediler de
binlerce sene yenimi geldin
kurtar artık bu kokuşmuşluktan
promete....
hiç değilse benim kadar dayan
 

Yavuz Taş

Renklerimiz Biz

sen kan diyorsun kırmızıya
ben gün diyorum
yeni dogan şafak

sen hüzün diyorsun sarıya
ben sefer diyorum oysa
sonbaharları yeni ufuklara
aşka yeltendiğim sefer

sen deniz diyosun maviye
ben güç diyorum
her yelkenliye her gemiye
sevmek gibi güç diyorum

sen ormana ağaca yeşil diyorsun
ben nefes diyorum
sen diyorum
gözlerin diyorum

sen zor diyorsun siyaha
ben günah diyorum
senin aşkın gibi biliyorum

sen umut diyorsun beyaza
ben yokluk diyorum
ve hergece yokluğunun beyazında ölüyorum.
 

Yavuz Taş

Resul Ağlıyor

resul ağlıyor...
yerde kum taneleri
gökte yıldızlar ağlıyor.
sürmeli gözlerinden nur damlıyor
daha düşmeden yere
melekler üşüşüyor.

çocuklar çocuklar...
onlar çiçektirler diyen resule
taifte taş atıyor
o taşlarki:
resulun avucunda
selam sana ya resullullah diye haykırıyor.

resul ağlıyor:
cennet fesleğenleri soluyor
önce kasım sonra abdullah
kim dayanır ya resullallah

resul ağlıyor
ben kuaykıana obana bakıyor
bir el beni saçlarımdan tavana asıyor
şakaklarımda damarlar
damarlarımda kan çekiliyor.
resul ağlıyor
dönüp kuaykıana:
'ey dağ
benim yaşadıklarımı sen yaşasaydın
böyle dik durmazdın' buyuruyor
böyle dik durmazdın
hangi dağ haya etmez
hangi dağ parçalanıp ufalanmaz
hangi tepe doruğundan utanmaz
ben kuaykıana o bana bakıyor
kuaykıan ağlıyor
dümdüz olasam diyor keşke
kum tanelerine dönüşsem
senin ayağına yol olsam ya resullallah
senin ayagına yol olsam
resul ağlıyor
cennet çiçekleri bu dünyadan göçüyor
kasım abdullah cennet kokarak
meleklerin ellerinde el sallıyor
baba baba baba...
resul el sallıyor ağlıyor....
 

Yavuz Taş


 
Ruhsuz Kadınım

örgülü saçlarından yakaladım
yatağımdaki yabancı kadını
ruhsuzdu sadece öptü dudağımı
öylece göğsünde soluklandım
nefesinde sigara kokusu
içinde biraz nefret
ruhsuzluk akıyordu doğrusu
hem sevişti
hem başkasını düşündü
biraz gerildi gözleri
yanağından bir damla yaş süzüldü
bacaklarında izleri acının.
tam bedenime döküldü
ruhsuz kadınımın şuhça bagırışları.
ama kadınımdı
yinede güzel kokuyordu saçları.
 

Yavuz Taş


 
 
Sana

yetmedimi sana
azdan öte çoktan uzakta
aralarında dev yokluklar
hani nerdesin yoksun yanımda
nedir seni korkutanlar
ateş dostundu
öyle hatırlıyorum konuşmalarından
suyla ahbabsın
ıslak dokunuşlarından
sulu yakarışlarından biliyorum

çokmu gülünç geldi sana
çizgi üstü yürümek
sevdanın ortasında bir oyana bir bu yana
keskin gülüşler bilenmiş dudaklar
ortalarında aşk sözleri
kahır dostundu
öyle hatırlıyorum sokuluşlarından
mutluluğuma düşmansın
aldırışsız duruşlarından
alaycı tavırlarlarından biliyorum
 

Yavuz Taş

Sanmıştık ki

sanmıştık ki tek kişilik yalnızlığımıza sığacağız
sulara basarak
okyanuslarda özgürüz diye haykıracağız

sanmıştık ki suç ortağımız olacak aşkımız
ayrılığı da sevdaya dahil sanmışız
biz ayrılıkta örselenip başkalaşmışız

sanmıştık ki ayrılanlar hala severler birbirini
her anı beraber yaşarlar
telaşlı karanlıklarda yanılmışız

sanmıştık ki geleceğin ırmağında yüzer buluşuruz
iri yıdızlar altında sevişir dururuz
sanmıştık ki döner geliriz
bir yerimiz acımadan birbirimize
vücudumuzda oluşan ağır yanıklar kanamadan

ne yazık yanılmışız
ayrılığın tuhaf tadına kanmışız
biz ayrılığımızı özgürlüğümüz sanmışız
 

Yavuz Taş

Sayıkladığım Mırıldanmalar

bir kadın yürüyor
düşüncelerime sızarak
bir rüzgar esiyor içimden
rüzgarın elleri dalgalı
kadının dalgalı saçlarını okşuyor
olmazlara buluyor düşüncelerimi
düşüncelerim kadını taşımaktan yoruluyor
yürüyor yürüyor kadın
yaklaşıyor sahilime
eteğini toplayıp uzanıyor
kül renginde gök siniyor gökyüzüme
ben kadına kadın bana bakıyor
elinde sarı papatya
seviyor.... sevmiyor....
kadının gözleri kalbime değiyor
kalbim kadının gözlerinde eriyor
mırıldanmalarım çoğalıyor
kadın gülüyor...
soğuyor ateşim nefesimde
martılar üşüyor
mırıldanmalar çoğalıyor
kadın yavaş yavaş ölüyor....
 

Yavuz Taş


Seç

bir umut seç
içinde sen olsun gizliden
bir renk seç
gözlerin olsun
tanınsın renginden
bir düş seç
ben olsun gece
seni anlatsın hece hece
 

Yavuz Taş


Seherde

vakitlerin sultanı vaktiseher
var olan herşey sustu oseherde
yıldızlar sarkıp yeryüzüne
nurdan parıldayan şu mütevazi evin üstüne
tek tek yarışırcasına indiler
ne varsa yaratılan hep bir agızdan tekrarladı
selam sana seherde
MUHAMMET MUSTAFA alehisselatı vesselam
bir beyaz kuş havalandı
beyaz kanatlarıyla Aminenin sırtını sıvazladı
korkma ya amine
sana doğarken sancı vermez
o sevgi pınarıdır kimseyi üzmez
kimin canını acıttıki anasını üzsün
o gelen alemlerin efendisidir
seherde gözün aydın olsun yüzün gülsün
 

Yavuz Taş


Sen

ben sevdalıyım sana
seni sevmek için tüm sebebler var bende
sürgün yemiş şu kalbim sana
korkulu bir gecenin karanlığı var bende

umut kesesinde tek akçem kaldı
sen
baharın yeşili yok artık ağaçlarımda
kalp ağrılarının ilacı
sen
ben sana sevdanın ötesinseyim
zulamdaki yarınım
sen

sen bir gerçeğin yalan yansımasısın
benden giden yaşamın geri kalanısın


sen
mısraların adımladığı yüreğimin
hiç çıkamadığı yüksek dağısın
sen sevdanın bendeki tuhaf adısın

yaşamak su gibidir
dolduğun yerde dolduğun şey olursun
su olan kalbim akıyorsa
soğuyorsa ellerim ellerine
sen sevgi mahseni içinde
ben hayata üşüyorsam kime ne?

ne zaman akıllanacak hislerim
dönecekmisin söz verdinmi bana
konuştukmu gece uykularımda ki gibi
ne olur güneşin ufka değdiği yerde
resimlerimdeki gibi buluşalım yine
 

Yavuz Taş

Seni Tanıdım Kız

seni tanıdım
kirpikleri kırık kız
seni tanıdım
çiğneyip durdugun dudaklarından tanıdım seni
gözlerin küllenmiş yangın yeriydi
bir eylül göğünün bulut kümeleri
donuk bakışlarında
güldünmü
benmi yanıldım bilemiyorum
agıt gibi bir alay dudak uçlarında
seni kendimden tanıdım
biraz öfke
biraz umut
çokça onur olan kendimden tanıdım
egildim öptüm onurlu alnından
uzaktın kıyamadın sessizliğine
gün olur onuru güzel kız
sevgide yakışır insanın yüregine acıda
seni tanıdım
sapsarı bir dramı boyuyorsun
küçük ellerinle
anılardan anılara ince çizikler,
derin izler bıraktı hayat yüreğine
sen büyümedin
sevgin büyüdü güzel kız
sevgim büyüdü büyük yüreğine
 

Yavuz Taş

Senin Aşkın

senin aşkın bana
zehirle pişmiş aş yedirdi
ellerin
saçların teliyle ağzımı dikti
beni hokkabaz gecelere esir etti
aşkını kesdikçe kesesim gelir

senin aşkın
taş oldu yaşlaştı yüzüme
gözlerin
vurup sağ gözümü kör etti
tekti gören gözüm
tek olan tek allah a yalvardım
tek senin aşkına dövündü özüm
aşkına yandıkça yanasım gelir

senin aşkın
hürriyet peşinde kervanlarda
ben ölmezi arayan köleyim
köle pazarlarında
aşkını aldıkça alasım gelir

üç ayaklı seken develer
benliğimin damarlarında çirkin kelleler
hep senin aşkın
hep aynı kelimeler
aşkına korktukça korkasım gelir

senin aşkına etraf sessiz
sessizliğin kulaklarımı inletir
dudakların
bana suskunluğun nabzını dinletir
aşkına sustukça susasım gelir

aşkın bana
serseri yıldızlarda kutup
erişilmez düğüm dolaşık
ağzıma sen doldurur bitmeyen şurup
aşkından içtikçe içesim gelir

senin aşkın bana
tılsımında erişilmez ufuktur
kakılmış sedefe nakış yürekli
yeşil gecede esmer kanatlı kuştur
aşkına göklerde uçasım gelir

aşkına
karanlık deştikçe gam çukurumu
koğmak gelir içimden onurumu
kor ateşten ruhumu
bakışına
çivit bakışlarına atmak gelir

senin aşkına
aklım yırtık yüzüm yara
örs vurulur sahipliklerime
aşkın is vurur duygulara
aşkına koşup kaçmam gelir

senin aşkın beni
çelikten parmaklarla okşar
zonklayan başımda gülüşlerin koşar
aşkın ezer kaçacagım dağları
aşkın geldimi aklıma
isyanlarım coştukca coşar
içime kustukca kusasım gelir
 

Yavuz Taş


Sensin İçimdeki

er vakitlerin sultanlığında
hayta aşklar sandallarında
gülen göz
dökülen söz
sensin içimdeki
özden daha öz

fısıltıların kulaklarıma kustuğunda
kemirgen düşler konuştuğunda
yanan rüya
yaşanan hülya
sensin içimdeki
gerisi boş varya

huysuz atlar kişnediğinde sabahında
dudaklarımda akşamdan kalma öpüşlerin
heryerim buzdan
kasıldım acıdan
sensin içimdeki
allahım kurtar beni bu kızdan
 

Yavuz Taş



Sensiz

uzanıp özlemime yerli yerince
umut göklü gün izle
aklına ben gelince
kaç yıldız kayar gözle
mavi dolu gizemler dolunca yüreğine
sana bakışım lazım
birde hayalimi yazan bir kalem
düğümleyip karanlığı gözlerinde
kirpiklerini boyayıp bekle
belki gece olmaz
belki göremez seni kimse
teninden saçılan kokunu
ve saçlarınıda beklemene ekle
üşüme sakın yalnız
akşamlar sinsi olur bensiz
ardına gizlenme uzaklığımın
hiç bir yer yokki sensiz
dudaklarından çıkmasın başka sözcük
sade sensiz sensiz sensiz
haykırsın dilin çaresiz
 

Yavuz Taş


Sigara

birinci sigara
görüş bitti bu ara
muhtemelen ranzanda dönüp durdun
uzun gece hem kara
gelmeyeceğim yanına
bitti sigaram bende sıra

ikinci sigaram
içimi kıyıyor açım
hem ağır acıyor açtığın yaram
şu nefestede seni unutursam
bu pazarda yokum

üçüncü sigaramı yaktım
ne öfkem kaldı sana
nede içimde sevgini bıraktım
işte bitti hem sigaram hem hayat
beni arama, bu aralar işler kesat
 

Yavuz Taş


Sodom Gomoreden Sonra

şehir efsaneleri
sodom gomorenin ağzından
kulaklara yayılan lafzından
rüzgarla koşar fitne
kervanlarda yük dolusu söz gelir
topal develer öne geçip
kervan ters gelir
sarı saçlı adam
sana bu devranda hangi aşk hoş gelir

yeşil bakışılı adam
gözlerinde yakamozlar kayıp
tel örgüler sarılı bedenine
aşk yaşamak ayıp
ince bir çizgi üstü yaşam
miladının ellerinde
ak saçlı bulutlar var göğünde
zaman kan gelen böğründe
sodom gomore milad olunca
erkekleşen onca kadınlar
kadınlaşan erkekler yanında
yüreğine tomurcuklar yayıp
bir göze ağlamak yakışmaz
adam olan bu devirde
bir sevdaya yanmağa
bir güzele şiir yazmaya kalkışmaz
 

Yavuz Taş


Son Savaş

kılıç çaldım oğuz'a
hak kiminse yüreği olan kazansın
kut almadım tanrıdan belki
o almışsa bileğime dayansın

kırbaçladım atımı tanrı dağlarından
cengize koştum ötüken sırtlarından
avucunda kan lekesi
bende tanrı vergisi el becerisi
moğol tayları ortasından
savaşı ben kazandım

alpaslan yiğittir yiğit oğlu yiğit
kefeni beyaz kılıcı çelik
malazgirte deli gibi daldım
yetmişbin ere tek dayandım

yenmesem fatihi boğazda
başbuğluğa lafımmı olurdu
tarih onu yazsın neyleyim
peygambere yüzümmü olurdu

son savaşımdı meydanda
sürmeli gözler olmayaydı
kan vardı kılıcımda
hz. Muhammet başımı okşamayaydı
 

Yavuz Taş


Sonbaharda Bir Deli

sonbaharda bir deli
sevmiştim seni
damarlarımda demirden atlar koşarken
aptal sarı hüzünler.
ey hayatımı sarartan kız,
delirtmiştin beni o günler.

ben deliyim!
diklenirim her mevsime
iblislerle konuşurum
yırtarcasına gırtlağımı ellerime verir
sonra alırım düşlerimi,
azraile dur derim.

sonbaharda bir deli
sevmiştim seni
dedimya ben deli sen deli
alırım isyan günlerimi
azraile vur derim.
hem seni hemde beni.
sonbaharda ölmekte güzel
öyle değilmi.
 

Yavuz Taş

Söz

önce söz vardı bişe yokken
sonra ben sen
ve ben söz verdim sana yanmaya
daha tanrı bana ruh üflerken

serzenişin kime
acı sözlerinde dilim erirken
ölümlü yeri istemek niye?

sözümü yaşamak böyle zorken
dudaklarımda yasak meyve kurusu
içimde ademin korkusu
incir yaprağı da kapatamadı ayıbımı
bedenimde aşkının tutkusu

avuntumu yasak ağaca devrettim
sunduğun meyveyi bilerek yedim
melekleri diz çöküp seyrettim
hangisi daha güzeldi senden
yenilmiştim şehvetinin ihanetine

çekip burnumdan kokusunu cennetin
sözümü tutup gidecektim
şimdi küçük bir dünyaya
sen ve ben indirildik
bir hayale bindirildik
bedenlere giydirildik
artık ölüm aşkımıza tanıdık bildik
yanmaya geçmişimizde söz verdik
 

Yavuz Taş


 
 
Şenay Benim Annem

bir mucizedir annem
irem bahçelerinde ıtırlı kokulardan yaratılmış
mayasına kevser suyundan katılmış
yasak konmamış meyvelerine
havvaya nispet
ye demiş yaradan ne varsa yeni
benim annem
yeryüzünde şefkat meleğinin bedeni

yaz yağmurlarının bulutudur
benim annemin gözleri deniz mavisi
bakışları cennet buğuludur
ağladığında evrende hüzün
anlamıdır benim annem
gelecek baharın gelecek güzün.

benim annem sevgi aleminin
müjdeli incilidir ruhudur
yedi gök semanın inciden buhurudur

yedi gök katlarında
yetim gözlü çocuklar kanatlarında
sevgi gösterilir anneme
menekşeler avuçlarına verilir
benim annem orda parmakla gösterilir

öksüz haykırışlarımızın dayanağıdır
yanaşamaz anneme acı
saçlarında altın sarısı
en asil prensesler ona verir tacı.

benim annem dünyamın rahmet ağacı
kalbine girsen yarısı ben, aşk yarısı
benim annem güneştir
sevgisi peygamberlere eştir

şen gülüşlerimizin şen kahkahasıdır
gece üzülen ayın tesellisi
şen olsun aylar tek onun tasasıdır
benim annem nurdur
uykusuz gözlerimize şenay olur
şenay derken dillerimiz
açar rengarenk şen bahçelerimiz
benim annem nefesidir toprağın
tomucuğudur
benim annem
sevgi göllerinin nazlı kuğusudur
 

Yavuz Taş


Tukyu

kesildi elin ayağın
kan besledi sevgini
zülkarneyn semerkantı geçtide
sen bulamadın dengini

üçyüz altmış davul vuruldu
acın yerde erincin yok
hakan su ardına düştü savruldu
senin hiçmi eşin yok

hızır el verdide ay hana
ay vardı gökte,gök güldü
oğul beyrek oldu can kattı cana
senin yüreğin ne zaman öldü

ulu toyun güneşe vuruldu
insana nedir uzak olan
anası istedide güneşten kızını
seni nedir olduğun yerde tutan
 

Yavuz Taş


Türk

at kuyruğu saçımdan yakaladı
sürüdü bozkırlarda
hırçın nefes alan tayı
dedi dedem korkut nalladı
önce dağları aşırdı
sonra denizlere sulara oda şaşırdı
kimi sevdi kimi sevmedi beni
o sürümeye devam etti
bazen inandım solediklerine
bazen beni deli etti
dinleyenlere söylendim
ama bilki hiç bir vakit dinlenmedim
asyadan geldiysem kurt sanma
boynum kalın ama ruhum incedir
sakalımın seyrekleğine kanma
her teli içinde hüzün bincedir
durdum açtım göğsümü
soyundum çıkardım üstümü
bir başıma çıplak
yeter sürüdüğün beni türk
bıraksanda artık bi yerde yaşasak
 

Yavuz Taş


Umarsız

kırık mevsimler döküldü üstümüze
renkler sıyrılıp gözlerimizden
ateş gibi sıçradı bugünümüze
umarsız bir sevgi
orosbuların ellerinde canlandı
ve yüzümüze vurdu gerçekleri
sen kız
hiçbir çiçeğin renginden anlamadın
sen gecelere uzattın ellerini
sevişmeyi sevdin yabancılarla
bedenini verdin onlara
umarsızca yatarak aslında hayatla
garip seslerin oldun kurbanı
sen kız bence et son duanı
bana yalnızca umut bıraktın
iyi olabilmenin umudu
ama diyorum ya
hangi umarsız geçmişinden sıyrılır
 

Yavuz Taş


Uyan Yavuz

gümüşten gülüşün kanatlarında
küllemiş yangın yeriydi gözlerin
bir mart akşamında
beni hasrete attı sözlerin
göle vurmuş gizemli maviliklerinde
ellerinde dram balıkların
ruhumun derinliklerinde
yaz yağmurunda ıslandı kaçamakların
hergün gündönümü
her birikintide isyan
uyan yavuz uyan

yıldızlardan gemiler yaptım
yelkenlerini saçların doldurdu
yıldırmlara bile bile çattım
dudakların dudaklarımı dondurdu
her taraf soğuk
sisli boğuk
her zerrem deli
hep seni soran
uyan yavuz uyan

gidelim dedim zamana
sana yenik düştü saatler
kum doldurdum torbama
küstü bana vaatler
tek dilemişliğim kaldı sızlanışta
meğer herşey sensiz kalmışta
habersizim aptalca
heryan sesin
heryan çöl
hertaraf boran
uyan yavuz uyan
 

Yavuz Taş

Üç Dost

ney ondört asırdır çalıyor
gül ondört asırdır açıyor
ben ondört asırdır bekliyorum
ney, gül ve ben üç dost
üç vefakar dost vuslat bekleyen,
üç öksüz çocuk
üç yetim:sevgili özleyen.

ney ondört asırdır çalıyor
ondört asırdır bağrı yanık,
MUHAMMET MUHAMMET MUHAMMET(S.AS)
sesiyle gökkubeyi yırtıyor.
sözü yalnız kulak dinler,
neyi gönüller,
aslına dönen gönüller neyi dinliyor

her duyduğumda dostumun sesini
boğazımda bir düğüm,
ellerim terliyor,şakaklarım patlayacak,
dirilip dirilip öldüğüm:
yüreğim kabarıp çatlayacak.

her duyduğumda dostumun sesini
gözlerimde buğu:
o ağıt yakar ben dağlanırım,
çölleri sevdiren,
cennete çeviren,
gel sultanım aşk sensin:
varlıkların adısın
en güzel muhabbetlerin tadısın
şefkat sözlerinin mührüsün
merhametin her alemde,
en güzel yüzüsün
gelde gözlerimden,gözlerime gir:
gözlerim ondört asırdır yaşlı,
ondört asırdır yere bakıyor.
mahsun, matemli,yanıyor...
alıp verdiğim nefesimni alamıyorum
senin yanında ses yükselmez
bu çıkan hışırtıları bağışla ey resul
ciğerlerime söz geçiremiyorum.
gel ey en güzel ögütçü....

gül ondört asırdır açıyor,
ama hiçbir gül o gül gibi kokmuyor,
her kokladığımda dostumu
bir hazan rüzgarı esiyor
tam ondört asır önceden
ters düz ediyor içimi
titrek bir yaprak gibi üşüyorum
burnumda sızılar başlıyor.
hiçbir gül o gül gibi kokmuyor.

her gördüğümde gül dostumun yüzünü,
aklıma resul düşüyor:
ateşten bir nar içimde
ondört asırdır sönmeyen
bogazımdan başlayıp,ayaklarıma iniyor.
aklıma gül yüzlü resul düşüyor
heryeri irem bahçelerine çevirerek
başımı kokusuyla döndürerek
aklıma gül yüzlü resul düşüyor.

ben ondört asırdır bekliyorum
veda konuşmandan beri
doğru dürüst yiyemiyorum
sen taş bağlamışken bağrına
ben yemekten ar duyuyorum...

ney gül ve ben üç dost
üç vefalı dost vuslat bekleyen
Ebubekir, Ali,Ömer gibi
Zeyd, Vakkas, Bilal gibi,
sarılıp birbirimizi avutuyoruz,
ya resul gittiğinden beri:
selamını bekliyoruz,
gelmeni bekliyoruz...
 

Yavuz Taş




Üç Meydan

birinci meydandı gece
erkekçe geceyi tuttum perçeminden
sehere dek bırakmadım
küfür geldi dilime düşüncemden
seherde doğan ahmetti
alemlere rahmetti dedi gece
kem sözü attım dilimden.

ikinci meydandı cenk vardı
pervasızca savaştım meydanda
kılıcıma kan değdi eğmedim
yoruldum diyecektim içimden
yağız atım dile geldi
hiç yoruldumu dedi atan
utandım kendimden

son meydadı
zor meydan dı aşk meydanı
sen kimsin dedim aşka
aşık olanlar başka ben başka
taşdır yüreğim sevmem aşkı derken
irem dile geldi
bana kavuşmaktır aşk
dedi koca siyah gözleriyle
korktum severim ömür boyu dedim
ama gerçekten varsan gerçeksen
 

Yavuz Taş


Var

ay vurur gözüme
baldan yeşile ne var
hangi mesafe ikimize dar
dağdan öte dağlar var.

şunca uzansa elim
avuçlarım yansa
yansa tüm bedenim cehennemde
az gelir güzelim
ateşden öte sevda var

giz dola uykuma senle
hangi rüya daha tatlı söyle
sen olsan ölümle
ölüm bana az kalır
ölümden öte ayrılık var

bugün ömür sonlarıdır
kırık kalp kime kalır
kalsa kimin umurundadır
sen olmadan candan ne kalır
canımdan öte can var
 

Yavuz Taş


 
 
Varsın Aksın Kanlar

öksüzmü kaldın sen
bağlarında bülbüller mahsunmu
kan mı aktı yaralarından

öz evlatların vurdumu?
acıtarak ciğerlerinden

gök mü yarıldı üzerinde
yer mi çöktü ayaklarının dibinde

artık bir kürşat yokmu dersin
aşıklarım tükendimi dersin
bir değil bin kürşat oluruz
unutma oğuz soyluyuz
varsın aksın kanlar
pişman olmasın sinende erce yatanlar

ağlayan gözler bırakacaksan,
ümitsiz olacaksa yavuz
bağrı yanan yetimler ardından
boğum boğum düğümleyecekse boğazını
eğecekse fatih başını arkadan
utanacaksa MUHAMMET MUSTAFA dan
varsın aksın kanlar
sızlanmasın erce içinde yatanlar

bir gül gibi salınmayacaksa
kokmayacaksa bayrağın burnumun dibinde
acı verecekse yeniden
mehmet vurulacaksa göğsünden
alçakça kalleşce düşürülecekse
varsın aksın kanlar
düşünmesin erce yatanlar

bir canım var kurban ola
yeteki vatan sen ağlama
zülüfünün bir teline
binlerce mehmetiz mehmetce düşeriz bağrına
kurt bakışıdır bu bozkurt
çakal kimdir ne ola
bize kefenden başkası haram ola

varsın aksın kanlar
gülsün bağrında erce yatanlar
 

Yavuz Taş

 
 
Ya

ruhum
ipinden boşalan bir topaç
dönüyorum
ağır geldi beynime gidişin
düşüyorum
ya beni sev
ya hiçliğe sal
bağla bir iple terkinden
yerlerde sürüt serseriliğimden
ya ölürüm
yada bilmiyorum
hiç olmazsa gelirim peşinden

ya ölgün uykulara bırak
yada gülümseme düşümden
gözlerime yabancı bakıyorum.
her yabancı göze
biraz sen damlatıyorum
ya beni de al gözlerine
yada sal sapa beldelere.

kuruyorum
utansın dursun zemzem
ya arasın sende seni
yada seni benden sorsun
gelmiyorum
bedevi çölünde yılgınlığım
ya beni çek al nefesinde serinlet
yada bırak yansın çılgınlığım
 

Yavuz Taş

Yaşamak

yaşamak yiğitçe bir iştir
yüceliklerin zirvesine tırmanmak
zamanın tepesine resmini astırabilmektir
yaşamak ölmektir erkekçe
yeri geldiğinde tuğralamak kendi fermanını
yaşamak imzalayabilmektir idamını

yaşamak
kelebeklerin kanatlarında güveni biriktirmektir
kısa ama güzeldir
yaşamak sevgili gözlerine girebilmektir
çok çabuk ama özeldir

şimdi ne görüyorsun
ömür tükettiğin sevdalardan
kime anlattın
yaşamak için verdiğin kavgalardan
kim anladı yaşamandan
ben ve gençliğim pervasız
gel demeyecek artık arkamdan
aslında yaşamak içinden çekip alabilmektir
bir küçük kelimeyi ömürden

yaşamak sen değilsin
senin gibi çok sevdalar yaşadılar
çok insan çok sevdi
yaşamak ben değilim
dev gibi aşklara imrendiğim
nicelerini duydum başladılar
hala yaşıyorlar aşklarını

yaşamak yiğit işidir
ölmek yoktur zamansız
bırakıp kaçmak yoktur
erkek işidir olmaz savaşsız.
 

Yavuz Taş


 
 
Yaşamak Seni

seni yaşamak
damarlarımda akan kan gibi
ve küfürlerle sevmek seni
her haykırışta
her bakışta
her renkte sevişmeni
yaşamak seni
akşam saatlerinde dahada özleyerek
terkedecegini bilerek
binlerce kez töbelerimi
aldırış etmeden hiç yerine koymamanı
yaşamak seni
tuhaf kavgalarla yaşamak
üzgün olsamda saklamak
yaşamak seni
nefret ederek bazen
kızgınlıgımda döverek kendimi
vurup bir yana yumrugu
yararak ellerimi
yaşamak bumu seni
 

Yavuz Taş

Yecücün Andı

kan vardı dişlerimde
ve kokusu çürümüş cesetlerin
asya ağlarken
dur dedi yabancı seslerin,
ve gözlerin arasından biri.
durdum ama elim kınında kılıcımın
her çiçeği çiğneyen atımın yularında,
konuşmadan baktım yüzüne

dedi bırak artık şeytan git işine
yiğitti duruşundan
atılgandı belliydi vuruşundan
dedi ben oguz oğluyum
asil kandanım soyluyum
imanım var peygarım muhammet
hep duayla başlarım cenge
allahım sen yardım et

vuruştum bu cengaverle
yara aldım göğsümden
dilimden kanadım
nefret etim geninden
bindim atıma uzaklaştım başka yere
atımın çiğnediği çiçeklerle

yeni insan yeni ülkelere
adım yecüc
soyum çindir
her yaşam benim için birdir

ey oguz andım olsun
sana ölüm bendendir.
 

Yavuz Taş


 
 
Yeşim

ürkek bakışlar ardında
yeşimce nefes alan nesin sen?

sana su desem akar gidersin
soğukça ahlar da akar yüreğinden

gökyüzü desem öylemisin?
gece seninde değişirmi rengin

karanlık geçermi seninde üzerinden
yeşil ormanlardasın desem
gözlerin yeşilden daha güzel

kral mezarlarında büyümüş kirpiklerin
kömür gibi yanıp başka bakışlarda
ekşimsi bir acı bırakır banada

saçlarını rüzgarlara salmışısın desem
hangi rüzgar taşır bilmem

uçurum kenarlarında açmışsın
dikenlere tutunan bir çiçek desem
hangi yağmurlar yağdı üzerine
kim koparmış seni
kim almış ellerine
ayaklarından kaymış yer
gücenikliği kimden almışsın bir bilsem

uzaktan baktığım bu hayat
hep uzaklarda mı olacak
boşamı gözlerimin ağrısı
kimsin sen?
gözlerim seni ne zaman bulacak
 

Yavuz Taş

Yokken Ben

sen uyurken
denizler kavuştu birbirine
yelkenlerine dolan hasretlerle
ne çok varlık vardı
sarıldılar sevdikleri herbirine
kimi rüzgarı kucakladı
kimi suları avuçladı

senin yokluğunda ben
demirden ellerimle
tunç renkli ğöğe diktim gözlerimi
düzensiz hızlı atan nefeslerimi
hırs kokan meltemlere saldım
sen yokken ben
demirden atlara atladım
kokunsuz havalarda sensiz bunaldım

sen uzakken
matemler yakılmıştı karalarda
herşey demirdenmiydi ne?
sen olmayan hiçbirşey bulamadım doğada
tütün yaprakları çiğnedim
zakkum yuttum
yokluğundan iğrendim

sen görmüyorken ben
demirden uçurtmalar yaptım
kara gürü gürültülerle
demirden dağları aşırdım
gelgitlerle dolan içimi nehirlere saldım
benimle koşan gözlerinden
hep gözlerimi kaçırdım

olmadığın gecelerde şehirde ben
çok insanlar tanıdım
çocuk saçları okşadım
demirden yapılara katlandım
soluksuz kırgın aklılanmazdım
sen olsaydın eğer
ben demirden bir kalp taşımazdım
 

Yavuz Taş


Yokluk

iğne ucuyla deldim boşluğu
ince ince yokluk döküldü
hadde vardı saatimin yorgunluğu
akrebide yelkovanıda söküldü
zaman gergef oldu,
yokluk damlayınca üzerine.
varlığa bi haller oldu,
yokluk doldurunca yüreğine.
ben kimim?
sen nesin?
hangi boyutta çark eden dişlidesin
göktemisin yerdemisin?
ben hiçlikte gölgesi olmayan boşluk
yaşıyoruz işte bir varlıkta
ölüm gemisinin sireni çaldı yokluk
yüzüyoruz ikimiz büyük darlıkta
 

Yavuz Taş


Yükledim

uzayan sahillere
kahverengi sakallar bırakmış dağlar
yosun yeşili vurmuş denizdeki gözlere
yunuslara yükledim sevgini
götürsünler seni başka ülkelere
olmadığım yerlere

ötelenen gündönümleri
rüzgarlar uçurmuşlar ruhumu
sarılar vurmuş ilkbaharda gülüşlerine
kır çiçekleri papatya tohumu
yağmurlara yükledim sevgini
götürsünler seni düşlerine
beni ısıtmayan öpüşlerine

yamaçlar sarardığında
kuru dallara güneşin eli değdi
ve hayallere götürdüler yüreğimi
sınır tanımayan aşkların dağlarında
yükledim sevgini kaçakçıların sırtlarına
kaçırsınlar seni olmadığım yanlarına
koklayamadğım saçlarına

kuş kanatları
çırptıkları sadece hava değildi
her kanat atımında savruldum
gölgelerine sokuldum güzeldi
bir akasya ağacının kokusu geldi
ormanlara yükledim sevgini
durmadı geri geldi

pazarlarda yaşlı parmaklar
ak akçe kazanan yaşlı kadınlar
heybelerine yükledim sevgini
heybelerinde seni satacaklar
gittiğim heryerde pazarlarda
bakışkarın benden kaçaçaklar
 

Yavuz Taş


Yüreğin Unuttu

severdin sende insanları
bende severdim
yağmurlarıda severdin nisanları,
bolca üzerine yagardı
güneş vurur gözlerine renkler,
küçük umutlar olur,
dilenirdik bolca dilekler.

ikimizde gülücüklerimizi saklardık birbirimizden
utanırdık kimbilir
belki sevgiden
belki birbirimizden.
çayırlar uzanırdı gözlerimizde
mavi denizler senin
sarp dağlar benimdi.
senin adın umuttu
yüreğin beni ne çabuk unuttu.
 

Yavuz Taş



Yüzbinyıldır

yüzbinyıldır seviyorum seni
yeryüzü gençti henüz
kirlenmemişti deniz

yüzbinyıldır gözlerindeyim
kimi zaman tutsak taş arabalarında
bazen ankara sokaklarında

yüzbin yıldır sensin içimdeki
kılıcın açtığı yarada
okun deldiği bağırda
eminönünde balıkçılarda

yüzbinyıldır bakışlarını arıyorum
bedirdeki kuyularda
meryemin sızlanışında cebraile
mağaradaki kıtmirle uykularada

yüzbinyıldır özlüyorum seni
dolu dizgin koşan taylarda
avrupada afrikada asyada
bir çiçeğin renkli yaprağında

yüzbinyıldır ayrıyım senden
damarların caddelerinde
dilencilerin ceplerinde
iz koyduğun
baş koyduğun
diz koyduğun
göz koyduğun heryerde
ayrıyım senden
 

Yavuz Taş

 
  Bugün 3 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı ! Rıdvan ÖZEL  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol